Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mayıs, 2015 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Güçlü Kadınlar Klubü

Samiye Burhan,  Türkiye'nin ilk kadın otomobil yarışçısı, Yıl henüz 1928.. O yıllarda İstanbul  Hipodromunda  araba yarışları düzenlenmekte. At yarışlarındaki gibi de bahisler mevcut. Gözler, hep bir kişiyi mutlaka görüyor. Samiye hanımı...  Çünkü o, bu otomobil yarışlarının değişmez pilotlarından. Yanlış duymadınız. O bir otomobil yarışçısı. 15 yıl kadar önce kadının nüfus sayımlarında dahi sayılmadığı bir toplum, yapılan devrimler sayesinde ortaya pistlerde ter döken bir kadın çıkarıyor. Çıkarmakla kalmıyor. 1930 ve 1931 yıllarında girdiği yarışlarda dereceler elde ediyor. 1932 yılındaki bir yarışmada tüm erkek yarışmacıları geride bırakarak birinciliği göğüslüyor.Fakat ikinci olan yarışmacı Paşazade Vehbi Bey, yarışmaya bir kadın dahil olmasaydı birinci olacağını söyleyerek itiraz ediyor. İş mahkemeye aksediyor. Davaya bakan Sultanahmet Sulh Hukuk Mahkemesi, kupanın Samiye Hanım'a verilmesini karar veriyor. Samiye Hanım, pistte geçile

Itıra yaza

Kavanozumda pembe güller ve hanımeli. Komşuların bahçesinin yola taşan kokusundan aşırdık çiçeklerimizi. Mayıs kokuyorlar, Haziran kokuyorlar, yaza yazılıyoruz uçuşan ıtır şenliğine doğru püfür püfür. Oh diyeceğimiz günlerin sersem salınışı beliriyor sanki. Hoş gelsin yaz diyelim de hoş olalım bari. Güç zamanların insanlarıyız. Güç bir coğrafyanın cömert doğasında ekilip biçilmişiz. Yollarımız hep çakıl, taş; başımız hep ağır önümüze düşer boynumuz. Az güler yüzümüz, belki sadece çocuklarımıza güleriz en fazla yüreğimizden. Yaşlandıkça sertleşen çizgiler kaplar ellerimizi. Onları yordukça unuturuz dertlerimizi. Hoyrat iklimlerde büyümüş insanlarız ve zor bize oyun gelir. Türkülerde bile kederli sözlere neşeli ritmlerle eşlik edip coşmayı öğrenmişiz. Lakin dünya yetti be ya! Sırtımızdaki yükü şöyle bir anlığına dahi olsa indirip bir oh diyeceğimiz yerin yok mu bu yabanda? Gücümüz analığımızdansa eğer, Anadolu'nun yangınında tutuştuysak hayatla kavgaya bari şefkatimizin yüzü suyu

Güçlü Kadınlar Klubü

Ölmek zorunda değilsiniz kadınlar! İzlediğiniz her kadına yönelik şiddet haberinin öznesinin yarın siz olmayacağınıza dair bir garantiniz var mı? Ne yazık ki yok! Siz kendiniz olarak var olmaya çalışmadıkça, ipleriniz hemde hayata bağlandığınız ipleriniz başkalarının elinde olmaya devam edecek. Siz varoluşunuzu sadece sevdiklerinize ve toplumun size giydirdiği tüm mecburiyetlere bağlamaya devam ettikçe, yaşamınız kendi elinizde olamayacak. Modern dünyada olduğunuz yanılgısına düşmenizi istemem, hala Nazım'ın dediği yerdeyiz: "...soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen..." diyen, dizesindeyiz. Bu yüzden bizleri kolayca öldürmeyi seçebiliyor tüm sevdiklerimiz. Biz ya onların malı ya da ancak yok ederek temizleyebilecekleri ellerinin kiri. Acı, biliyorum ama gerçek. İsimler değişse de kadın cinayetlerinin önlenemeyişi ve durmadan yükselişi sebebiyle daha çıplak ve çarpıcı bir şekilde kavga etmeliyiz bu öldüren zihniyetle. Yüzlerine vurmalıyız sahte kutsallıklarını. Sadece

Çağ Dönümü-2

İnternet ve Çocuklar Teknoloji biz insanların ona uyum sağlamasını beklemedi hiç bir zaman ve hiç bir zamanda beklemeyecek. Biz kendimizi,sevdiklerimizi,çocuklarımızı nasıl bu hızla dönen dünyanın kasırgalarından koruyabiliriz? Kaçacağımız ve saklanacağımız bir yer yok. Başka bir dünya da yok. Bu hızlı iletişim yağmurunun altında yaşamak zorunda olduğumuz kaçınılmaz bir gerçek. Bütün bunları kabul ederek insan olmaya çalışmak ve incitmeden çocuklarımızı büyütebilmek çok zor. Pek çok arkadaşımın düğünlerini, bebeklerini facebooktan takip ettiğimiz bir çağda çocukları sosyal medyanın sınırsız alanıyla baş başa bırakıp buralarda büyütüyoruz artık. Çocuklarımız bu sınırsız dünyanın karşısında tek başına. Her an küçük dünyalarına sızabilecek her türlü kirli dünyaların tacizine açık ve savunmasız haldeler. Çoğu çocuk yaşlarını büyüterek sosyal medyayı kullanıyorlar. Karşılarındaki kişilerin kim olduklarını bilmeleri veya onları yönetebilmeleri mümkün değil. Anne-baba denetimi de bu alanda

Çağ Dönümü-1

Günümüzde iyi birer ebeveyn olabilmek gittikçe zorlaşıyor. Otuz yıl öncesinin dünyası ve çocukluğuyla şimdiki arasında inanılmaz derecede büyük bir değişim var. Çağ dönümündeyiz gibi geliyor bana. Bu durum varlığımızın en güzel hediyesi çocuklarımızla aramızda normalden daha fazla bir uçurum olmasına sebep olabilir. Bu yüzden yaklaşık otuz yıl öncesinin çocukları olarak biz, bu günün ebeveynleri daha uyanık olmak zorundayız. Büyüdükçe bize yabancılaşan ve yalnızlaşan çocuklar istemiyorsak onların dünyasını anlamak ve takip etmek bence aramızdaki iletişimi koparmamak adına atabileceğimiz ilk adım. Öncelikle onların hayatlarını yönetemeyeceğimizi kabul etmek gerekiyor. Bizim için büyük otorite olan baba figürü ve gelenekselliği taşıyan dayatmacı anne figürü artık yok. Kadın erkek ilişkilerinin değişimi, ekonomik ve sosyal değerlerin farklılaşmasının doğal sonucu olarak, tüm geleneksel otorite ilişkilerini yıkmış durumda. Bu özgürlük algısıyla yönetilen boşluğu he türlü kirli pazar

Kalbimizin Efendi Abisi

Hafızamızın samimi yüzü. Abi gülüşü, yürüyüşü, şefkati. Yoksulluğun, sabırla çalışan ve yaşayan insanlarının, hikayelerinin filmini yapmış olan adam. Her yalnızlışlaştığımızda, ağırlaştığımızda dünya yükleriyle onun filmlerini izleyip yeniden ayağa kalktık hep. Çocukluğumuzun neşeli, efendi abileri göçmüşsünüz güya nereye, mümkün mü bunca insanın hafızasında gülüşünde, bakışında, yürüyüşünde kalmışken. Kaşlarınızın altından, boynunuz bükük bakarken beyaz perdeye hep özlenen  samimi gülüşlerin içinde yer alacaksınız. Siz bir toplumun görünmeyen yüzlerinin hüznünü, neşesini, emeğini, mücadelesini, sabrını astınız hayal perdesi penceresine. Kusura bakmayın ama ölemezsiniz.

Körleşme

Düşüncelerim, duygularım fazlasıyla dalgalı bu günlerde. Aslında istediğim rahatlıkta ve özgürlükte yazamıyorum. Açıkçası, korkuyorum deyip susuyorum. Çünkü ülkemde insanların neler yaşadıklarını çok iyi biliyorum. Geçmişte, 80 döneminde bir toplumun üstünden geçen silindirin çekingenliğini yaşıyorum hala. İnsanların, en yakınlarımızın nasıl işkence tezgahlarından geçtiğini dinliyerek büyüyen çocuklardık biz. Darbelerin darma duman ettiği hayatlardık. Zorla yaşama tutunmayı başarmışken, şimdi yeniden özgürce tüm düşüncelerimizi paylaşıp yeniden kaybetmekten ve kaybolmaktan korkuyorum. Sadece kafamın neden bu kadar karışık olduğunu anlatmak istiyorum ve bu kadarıyla yetiniyorum. Gündemimiz seçim, yoksulluk, hepsinin dışında koca bir yumak haline gelmiş sorunlara durmadan eklenen yenileri. Sadece üzülüyorum, bu kadar kaba bu kadar hakaretlerle dolu geçen seçim dönemlerini yaşamak zorunda kaldığımız için. Hiç kimsenin yandaşı ve taraftarı değilim. Keşke birileri de sadece kibarlığı

Ozanlara Selam

Çekirge Buğday ekmiş  Manisa'nın çayında Sivrisinek derilmiş Irgat olup biçmeye Kaygusuz Abdal, IV. yy  Hal ve gidişattan memnun olmayan babalar, abdallar kah yollarda, kah tekkelerde, mal mülk niyetine arınıp saç ve sakallarından sözleriyle, davullarıyla şehirlerin, kasabaların, köylerin meydanlarında toplanıp ahaliyi bir nevi durumdan haberdar edip ve karşı duruşlarını her birinin yüzüne vura vura dolaşırlarmış. Sözlerinin anlamı aynı içinde bulundukları toplumların halleri gibi, olmazları oldurur cinsinden imiş. Onlar da sultanlara, saltanatlara, inanç postu giyinmiş tüccarlara karşı, tüm hazineleri ilimleri ve yüzyıllar boyunca dilden dile dolanmış sözleri ile durmuşlar. Tasavvuf, tekke edebiyatının ve türkülerinin, nefeslerinin günümüz dünyasına vereceği dersler hala ibretlik olarak yaşamaya devam etmekte. Dünyanın uzayı keşfeden teknolojilerinin ve güya medeni hayatlarının manayı tüketen dengesizliklerine bir cevap olarak, inzivaya çekilip önce pişen sonra

Bulaşıklarım

Geçmişin dilsiz ormanlarının yankısı kulağımızda uğulduyor durmadan sanki. Bugünde değilde bilmem kaç yüzyıl sonrasında yaşıyormuşuz gibi bir hava esiyor üstümüzde. Artık takım tutar gibi dönemleri, sultanları konuşur olduk. Birileri hatırlamalı tarihte yaşamış olan insanlar padişah da olsalar artık ölüler. Onların zamanları biteli çok oldu. Dönemlerinde estirdikleri rüzgar bizim saçlarımızı uçurmuyor artık. Dönüp aynada kendi gerçek sorunlarımızla yüzleşip çözüm aramazsak daha yaşarken yok olmayı tercih etmiş tuhaf bir kavim olarak kalacak adımız tarihe. Kısaca "Tarihi Tarihte Bırakalım!" ve kendimize bakalım. Uyuşmuş bir çaresizlik içindeyiz diye görüyorum ben kendimi ve içinde yaşadığım toplumu. Artık her türlü düzensizliğe çok kolayca alışıp uyum sağlar olduk. Bireyi pasifleştiren, onu iyi niyet bağnazlığıyla her türlü silaha dönüştüren, büyük yalnızlığımızla ayağımıza değil artık direkt kafamıza sıkmaya başladık. Bir toplum topluca intihar ediyor sanki. 40 yaşına merdi

Kuklacıya Korkular

 Korkularımızla bağlanıyoruz kuklacının iplerine. Bir kaç ipe bağlayıp kaygılarımızı her türlü araçlarını kullanarak rahatlıkla oynatabiliyorlar kuklalarını. Basitçe önümüze bir sürü kaygı seriyorlar önce. Bir kaçı çoğumuzu kendine çekiyor zaten. Bunlardan özellikle en temel insanlık kaygımız olan "Güvende olmak" arayışımız en sağlam iplerden biri oluyor. Her zaman bizi yok etmeye çalışan büyük ve gizli güçler hazırdırlar, korkularımızı kabartmak için. Kolayca teslim oluruz onların oyunlarına. Yaşamı kontrol eden temel insani özellikler durmadan saldırı altında.Tüm güzellikleri ve yaşamı anlamlı kılmaya yönelik değerleri hiçleştirmenin en kolay yolu, büyük sorunlarla boğuşmaya terk etmektir insanları belki de. Bu yüzden bitmeyen hayat kavgaları içinde durmadan debelenip duruyoruz. Kimseye bulaşmadan yaşama çabamız, kimse tarafından etiketlenmeden özgürlüğümüzü yaşayabilme şansımız yok gibi. Bu durumda görünür olmak yerine, perdelerin her türlü kapatıcılığı arkasına saklanarak

Hayal Perdesi

 Zaman gerçekten sandığımız kadar hızlı mı akıyor? Biz yaşlı dünyanın genç insanları, ilk kez yaşadığımızı sandığımız tüm günler kimin yenisi biliyor muyuz? Elbette biliyoruz, bizim yenimiz, öyle mi?   Ardımızda koca bir tarih eminim kıs kıs gülüyordur bize, aramıza hoş geldiniz diye. Öyle geniş zamanların döngüsünün içinde kendimizi biricik sanan bilgeliğimizle, her bir günümüzü öylesine bir ezberden doğuruyoruz ki, farkına varmamız bile imkansız gibi. Şimdi yeni bir hikaye anlatacağım diye başlayan masalcı, dilsiz ormanların kuytusunda birbirini bulan aşıkların karşılaşma anını anlatıyor. Ne ilginç değil mi? Sonra bir başkası, devlerle cücelerin savaşında, devlerin cücelerin zekasıyla baş edemeyip tam yenilecekleri anda kara talihin pençesinden kurtulamayan zavallı cücelerin devlerin son bir hamlesiyle nasıl yenildiğini anlatıyor.  Direnmeniz fayda etmez nasılsa yenileceksiniz(!), der gibi. Ardından birdenbire başka hayal perdeleri iniveriyor gözlerimizin önüne.  Döne döne  macer