Renkler uçuşuyor baloncukların içinde. Hayata dair sesler dolanıyor küpeli kulaklarda. Bin bir tonda adımlar vuruluyor dünya pistinde insanlık adına. Yeşermeye çalışan tomurcukları kızıl nehirlere savurmaya çalışıyor birileri. İnadına umuttan yana açılıyor pencerem. Çünkü öldürmekle bitiremeyeceğiniz kadar kalabalığız. Terörün istediği gibi acılarla kıvranan değil renklerimizle kabaran, ışıldayan ve bayramlarımızı, şenliklerimizi, güzelliklerimizi, düğünlerimizi yeryüzü neşesiyle coşturan diri tohumlarımızla duruyoruz karanlığın karşısında. Öfkeniz hayatın diriliği karşısında zayıflayıp kendi karanlığınızda boğulsun. Yeryüzünde insanlık adına alınan nefesler ve renklerini yitirmeden BARIŞ hayaliyle var olmaya edenler olduğu müddetçe sizler ancak kendinizi yok edebilirsiniz. Güzel günler içimizde. Bizi bekliyorlar, başımızı kaldırıp gökyüzünün sonsuz ufkuna doğru bakışlarımızı salmamızı bekliyorlar. Gece bile süsleriyle duruyor öylece üstümüzde. Bizim yıldızlarımı yoksa salt kara...
Soğuk bir kış gecesinde Aladağ’larda yanan kızlar benim kızlarımla aynı yaştaydılar. Evlerinden, analarından, babalarından uzakta yalnız yangınlar içinde biz yanmayalım da bir ülke olarak kimler yansın. Okumaya gönderilen kızlardı onlar, gelecekleri analarına, ninelerine benzemesin diye okullara giden yavrulardı. Amansız bir yarışa durmuş, gündüz okulda matematik, fen, sosyal bilgiler, İngilizce vb. derslerini görmüş, ödevlerini yapmış eve gidememiş, yurtta kalan 11-14 yaş aralığındaki canlarımızdı onlar. Birer körpe umuttular yeşeremeden yandılar, biz yanmayalım da kimler yana? Ah yokluk, yoksulluk ve yalnızlık ne büyük bir yangınsın sen ki bin yıllardır sönmedin. Küllerinden tutuşup tutuşup kavurmaktasın hala bizi. Uykularında olmaydılar halbuki şimdi, derin karanlığında değil ölümün. Belki yarın için ödevlerini bitirmişlerdi, öğretmenlerinden övgüler alacaklardı, çatlak elleriyle anneleri üstlerini örtemese de, sarılacaklardı yorganlarına Aladağ’ın yalnız kızları ve gelecekl...