Güç geçiyordu bu yazımız. Dört bir yanımızdan ağıtlar yükseliyor. Her bir yanımızdan tutuşmuş yanıyoruz sanki. Ne yana dönsek göz yaşı selleri, boğuluyoruz. Bir yanda düğünler, sünnetler, kına geceleri bir yanda bir bebek banyonun zemininde bombalardan korunmaya çalışıyor. Şimdi dua ediyorum kendim ve ailem için iyiki atanamamışım diye seviniyorum. Çünkü geçen yıl atanacak olsaydım ya da bu yıl büyük ihtimalle savaşın ortasında yaşamak zorunda kalacaktım. Çünkü Tarih Öğretmenliği ilk atamalarının pek çoğu ya Suriye sınırına ya da Doğu Anadolu'ya yapılıyor. O bebeğin annesi babası yerinde bizde olabilirdik. Ben çocuklarımı bu durumda nasıl koruyacaktım acaba, eminim kafayı yerdim. İşte bu yüzden şanslı olduğumu düşünmek, ölümün kucağında yaşamadığım için sevinmek, atanamamış ve atanamayacak olmama sevinmek, ne büyük çelişki değil mi? Halbuki o sınırlarda yaşayan çocuklar da bizim çocuklarımız ve ne yazık ki onlar bombaların altında doğdular, yaşamaya mecbur kaldılar. Öğretmenleri korkuyor, onlar da korkuyor ve bu bombaların, silahların sesleri dursa da onların korkuları duracak mı acaba. Yaralarımızı sarmaya bir türlü vakit bulamıyoruz. Durmadan kanıyoruz ve yaralarımız kabuk tutmadan durmadan deşiliyor. Ne düşüneceğimizi, ne hissedeceğimizi bilemez duruma geliyoruz sonra. Duygularımızı açıklamaktan bile korkuyoruz bizi birilerinin taraftarları sanmasınlar ona göre fişlemesinler diye lakin nafile farkındayız. Ölümlerin karşısında hayatın yanında durmak bu kadar zor olmamalı. Barış istemek bir hainlik olmamalı ya da bombaların kıyısında yaşamıyorum diye sevinmek de utanılacak bir durum olmamalı. Evet işsizim, balık tutmayı öğreniyorum bu yıl belki zeytin yevmiyesine gidebilirim şimdilerde dantel takılar yapmaya çalışıyorum, başarırsam kadınlar pazarında satmayı düşünüyorum. Bir de bu aralarda yazıp duruyorum işte buralar da.Bir nevi içimi döküyorum. Reklamda yayınlıyorum sayfalarımda. Ya kısmet deyip bir yerlerden tutunalım diye yaşamın kıyısına yelkenlerimi açıyorum her bir yana. Sevgiyle, selametle, barış dolu günler özlemiyle kucaklarım, kardeşlerim.
Ölmek zorunda değilsiniz kadınlar! İzlediğiniz her kadına yönelik şiddet haberinin öznesinin yarın siz olmayacağınıza dair bir garantiniz var mı? Ne yazık ki yok! Siz kendiniz olarak var olmaya çalışmadıkça, ipleriniz hemde hayata bağlandığınız ipleriniz başkalarının elinde olmaya devam edecek. Siz varoluşunuzu sadece sevdiklerinize ve toplumun size giydirdiği tüm mecburiyetlere bağlamaya devam ettikçe, yaşamınız kendi elinizde olamayacak. Modern dünyada olduğunuz yanılgısına düşmenizi istemem, hala Nazım'ın dediği yerdeyiz: "...soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen..." diyen, dizesindeyiz. Bu yüzden bizleri kolayca öldürmeyi seçebiliyor tüm sevdiklerimiz. Biz ya onların malı ya da ancak yok ederek temizleyebilecekleri ellerinin kiri. Acı, biliyorum ama gerçek. İsimler değişse de kadın cinayetlerinin önlenemeyişi ve durmadan yükselişi sebebiyle daha çıplak ve çarpıcı bir şekilde kavga etmeliyiz bu öldüren zihniyetle. Yüzlerine vurmalıyız sahte kutsallıklarını. Sadece...
Yorumlar
Yorum Gönder