Ana içeriğe atla

"Ben"'in Sultanlığı

 Tarih hep saltanatları ve sultanları yazar. İktidarların kendi varlıklarını sonsuza kadar sürdürebilecekleri bir çöplük sanki. Bir Tarihçi olarak söyleyebilirim ki ne kadar sağlam tutunmaya çalışırlarsa çalışsın gelmiş geçmiş iktidarlar hiç bir zaman bir aşığın bıraktığı türkülerden, şarkılardan veya küçük mavi boncuklardan daha fazla kalıcı olamayacaklardır. Bu galiba bireyin iktidarlar karşısında biricik zenginliği ve gücü olmalı. İçinin ağusunu, acısını, sözlere, sazlara dökerek yüzyıllar sonrasında bile dile gelebilecek bir karşılığı olmayan servet bırakmak.
  Edebiyat Fakültesinde iken yaptığımız tartışmalardan biri de şavaş ve sultan tarihleri dışında çalışmak istediğimizde hangi kaynakları kullanabileceğimiz üzerine olurdu. Oysa ki yazılı kaynakların da ne kadar güvenilir olduğunu ve bir arşiv belgesinin nasıl kullanılabileceği konusu her zaman için tartışmaya açık dururken sıradan insanların tarihi belgeleri neyin kanıtı olacaktı. Bir örnek vermek gerekirse, diyelim ki 2615 yılındayız ve altı yüz yıl sonrasının yani 2015 yılına ait bir araştırma yapıyoruz. Diyelim ki dönemin sağlık koşuları ve hastalıkları üzerine dair bir  araştırma yapıyoruz ve şanslıyız ki bolca arşiv belgesine ulaştık. Dünya Sağlık Örgütünün bilgisayar kayıtlarının tutulduğu çiplerden bir kısmını çözümleyip okuyabildik. Ne görecekler, dünyayı tehdit eden hastalıkları dair raporları, ebola, aids veya salgın hastalıklarla ilgi uyarıları, kaç kişi bu hastalıklardan öldü ve benzeri örnekleri. Ama bu hastalıkların nasıl oluştuğuna, yayıldığına ve hangi kurumların bu konularda neler yaptığını, dönemin dünya politikalarını ve dünya ekonomisi içinde ilaç pazarlarının oynadığı rolü tek başına buldukları tek bir arşiv belgesinin varlığıyla beraber göremeyecekler. O zaman arşivi kimin hangi amaçla kullandığı ve neyi nasıl yazdığı sorusu gündeme geliyor. Bugün dönüp yazılmış tarihin her bir satırına da aynı şüpheyle bakacak olursak aslında sadece yazarların yorumunu okuduğumuzu daha net anlayabiliriz.
  Güncel politikalar ve ekonomiler tarihin bu güçsüz gerçekliğine yaslanmış ve yine azınlıkta bir grup tarafından yönetilirken binlerce yılın kültürünü taşıyan milyonlarca insan sarsılmaz gücünü ancak bireysel sanatlarını ortaya koyabilme özgürlüğünden alıyor. Çünkü bir Hititlinin aşık olduğunda, nefret ettiğinde, sevindiğinde veya üzüldüğünde yaşadığı duygular ne ise bugün yaşayanların da hissettikleri aralarında yaşadıkları dönemin etkisi olsa da pek farklı değildir. Yani onlarda üzüldüklerinde gülmüyorlardı yada sevindiklerinde ağlamıyorlardı. Duyguların değişmez tarihi dünyada ki tüm coğrafyalarda çağlar boyunca hep aynı izleri bıraktılar. Bazen sadece seslere yani melodilerine, müziklerine veya şiirlerine, süs eşyalarına, günlük eşyalarına, heykellerine yani bireyin sanatına bakmak bize daha barışçıl bir dünya için daha güçlü mesajlar verebilir.
  Güçlü olduğumuzu ve gücümüzün biricikliğimizden geldiğini unutmadan sevgiyle, dostlukla daha fazla şarkıyla, türküyle ve dansla barışa!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Aladağ'lar Ana dolu

Soğuk bir kış gecesinde Aladağ’larda yanan kızlar benim kızlarımla aynı yaştaydılar. Evlerinden, analarından, babalarından uzakta yalnız yangınlar içinde biz yanmayalım da bir ülke olarak kimler yansın. Okumaya gönderilen kızlardı onlar, gelecekleri analarına, ninelerine benzemesin diye okullara giden yavrulardı. Amansız bir yarışa durmuş, gündüz okulda matematik, fen, sosyal bilgiler, İngilizce vb. derslerini görmüş, ödevlerini yapmış eve gidememiş, yurtta kalan 11-14 yaş aralığındaki canlarımızdı onlar. Birer körpe umuttular yeşeremeden yandılar, biz yanmayalım da kimler yana? Ah yokluk, yoksulluk ve yalnızlık ne büyük bir yangınsın sen ki bin yıllardır sönmedin. Küllerinden tutuşup tutuşup kavurmaktasın hala bizi. Uykularında olmaydılar halbuki şimdi, derin karanlığında değil ölümün. Belki yarın için ödevlerini bitirmişlerdi, öğretmenlerinden övgüler alacaklardı, çatlak elleriyle anneleri üstlerini örtemese de, sarılacaklardı yorganlarına Aladağ’ın yalnız kızları ve gelecekl

Bağırmayın

Güneşin karalaması                                                                         "Hey Öğretmenim, sizi hayretle izlemekteyim! Kafamın ne kadar karışık olduğunu anlamadan bana bağırma, lütfen. Dünyayı anlamaya çalışmaktayım ve sizlerin bana yardımcı olacağınızı düşünmüştüm ama bana sürekli gürültü yaptığım için bağırmanızı veya verdiğiniz ödevlerinizi yapmak istemediğim için kızmanızı ve beni aşağılamanızı hak ettiğimi sanmıyorum. Henüz 10'lu yaşlarımdayım ama sanki dünyanın yükünü sırtlamışsınız omuzlarıma ve büyükmüş gibi yaşamamı istiyorsunuz benden. Çocukluğuma dokunmayın, oyunlarımı gelecek kaygısıyla çalmayın, bana bağırmayın!" Günlerimin izine düşmek istediğim önemli bir konu var sevgili arkadaşlarım. Kendi içinde yaşadığım sorunlar üzerine yazmayı pek sevmiyorum. Hele ki çocuklarımla ilgili konulardan bahsetmeyi hiç istemem ama bu durum sadece benim çocuklarımla ilgili değil. Kendi kızlarımdan yola çıkarak tanık olduğum, müdahale ettiğim ama b

Algı Yağmuru

Yarım kalmış kitaplara yeniden başladım. Dolduruyorum ceplerimi. Ne kadar çabuk boşalıyor insan oğlunun aklı bir bilseniz. Hızla algılarımıza girip çıkan ve dünyamızın ne hale geldiğini bile bize unutturan bir algı yağmurunun altında yaşamak zorunda olduğumuzun farkındamıyız dersiniz. Neyse bütün bunlar olup biterken bizden istenen tek şey anlıyormuş gibi yapmamız zaten. Sonra akşamları kanepelerimize uzanıp zengin ailelerin yaşadığı sorunları anlatan dizileri izleyip, kederlenmek ya da mutlu olmak vs., kız oğlanla barışmışsa veya küsmüş ise, bütün kurgusu bu olan yaratıcı diziler ekranına odaklanıp yok oluşumuzu inanılmaz esenlik duygusuyla çekirdek çıtlayarak eşlik etmek. Çok hoş boş bir yaşamın içinde döndürmek günlerimizi. Uslu çocuklar olup çok sıkılırsak eğer tartışma programlarının daimi taraflarının kapışmalarına gark olup öfkelerimizi kabartmakta başka bir seçeneğimiz ya da memleket ve dünya kurtarmak sevdasıyla uyuyup uyanınca insanların evlenmeleri üzerine kurgulanmış gerç